Günümüzde nereye baksak, hangi konuyu ele alsak bir noktada sürdürülebilirliğe bağlanıyor. Kavram yeni değil fakat yaşamımıza ne kadar dahil olduğu (olabildiği) hala bir soru işareti taşıyor. Peki sürdürülebilirlikten bahsederken neleri kast ettiğimizin gerçekten farkında mıyız? Bugüne kadar belki de gezegenimizi korumak, çevreci tercihler yapmak gibi daha “yeşil” bir algı ile sınırlandırdık zihnimizde bu kavramı. Dünyaya ne kadar zarar verdiğimizi öğrendik, ozon tabakasına konuşmalarımızda daha sık yer verdik, iklim krizini pek çok açıdan ele aldık, iklim aktivistlerini dinledik (ki birçoğu çocuk olduğu için hem şaşırdık hem takdir ettik) fakat senelerdir bu eylemler o kadar iç içe geçti ki ana fikrin ne olduğundan uzaklaştık; tek bir yere odaklanarak “iklim değişikliği” olarak ele aldık hepsini. Elbette iklim değişikliği gerçek bir problem ve oldukça önemli ancak bir problemden de her şeyde olduğu gibi ne kadar sık bahsederseniz o kadar sıkılırsınız; hele ki bu konuda yaptıklarınızın etkilerini görmeniz hemen mümkün olmuyorsa…
Yapılan bir araştırmada da 2022 yılında “iklim değişikliği” haberlerini duymaktan sıkılanların, bir önceki yıla kıyasla %5 arttığının görülmesi bunu destekliyor. Daha “yeşil” tercihleri günlük hayatımıza nasıl adapte edebileceğimiz yıllardır birçok farklı örnekle bize aktarıldı. Biz de günlük davranışlarımızı mümkün olduğunca yeşil alternatifler ile değiştirdik. Fakat biz bu tercihleri yaparken bulunduğumuz toplumdaki yaşam koşullarının da sürekli değişiyor olması önceliklerimizi etkilemeye başladı. Uzun vadede çevreyi korumak mı yoksa kısa vadede kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak mı çelişkisi birçok bireyin zihnine yerleşti. Amerika’da gerçekleştirilen bir araştırmada sürdürülebilir davranışların 2022 yılında bir önceki yıla kıyasla nasıl bir değişiklik gösterdiği ele alınmış.
Bu araştırmaya göre sürdürülebilir davranışlar arasında en çok gerçekleştirilen bireylerin kendi tekrar kullanılabilir su şişelerini yanlarında taşımaları. Araştırmanın geniş bir yaş aralığını kapsadığını da göz önünde bulundurursak değiştirilmesi en kolay davranışlardan birinin bu olduğunu söyleyebiliriz. Fakat söz konusu sürdürülebilir davranışlar ekonomik koşullara bağlı olduğu zaman bu tercihlerin daha az yapıldığını görüyoruz. Özellikle satın alınan ürün veya hizmetlerin karbon nötr olması gibi öncelik belirlediğimizde alım gücümüz de beraberinde gelen bir ön koşul haline geliyor. Ülkemizde de olmak üzere dünya genelinde yaşanan enflasyon gibi ekonomik problemler bireylerin günlük yaşamlarını doğrudan etkiliyor. Her ne kadar bizim konumuz ekonomik koşullar olmasa da sürdürülebilir tercihlerin de maliyetlerinin ortalamaya kıyasla daha yüksek olması bireylerin bu tercihleri yaparken ikinci kez düşünmesine sebep oluyor.
Önce Sürdürülebilirlik mi?
2023 yılı için yayınlanan raporlar da şu ana kadar bahsettiğimiz benzer iç görüleri ele alıyor. Global Web Index’in her yıl yayınladığı Connecting the Dots raporu sürdürülebilirliğin bir öncelik problemi haline geldiğini söylüyor. Kişilerin bireysel olarak çevreyi önemsediklerini söylemeleri mümkün fakat çevreyi korumak adına ne yaptıklarını sorguladığımızda öncelikler değişiyor. Bu noktada da oklar marka tarafına çevriliyor ve markadan beklentiler artmaya başlıyor. Kendi tercihlerinde öncelik sıralamasını birçok koşula bağlı olarak belirlemekte zorlanan birey, karşısına çıkan markaların hali hazırda sürdürülebilir seçeneklere sahip olmasını istiyor. Günümüzde marka algısı tüketici zihninde o kadar önemli bir yere sahip ki markanın tüketicisini anlamadığını gösteren en ufak bir davranışı bile negatif bir etkiye sebep olabiliyor. Artık bir markayı tüketmek sadece o ürünü veya hizmeti satın aldığımız zamanla sınırlı kalmıyor; tüketicisi olduğumuz marka ile kendimizi iyi hissetmek istiyoruz. Nasıl yaptığımız tercihler bizim karakterimizi, değerlerimizi yansıtıyorsa tüketicisi olduğumuz markaların da bizi yansıtmasını istiyoruz. Bu noktada tüketicinin algıladığı marka imajını negatif yönde etkileyen faktörlere baktığımızda çevreye zarar verilmesinin de yüksek bir orana sahip olduğunu görüyoruz. Kendi yaşamında tercihlerini çevreyi düşünerek değiştiremese de tüketici en azından tüketicisi olduğu markanın çevreyi korumasını ya da çevreye zarar vermemesini bekliyor.
Markaların sürdürülebilirlik adına attıkları her adımın farkında olan ve takip eden tüketici, bu amaçların gerçekleştirilebilir olmasına önem veriyor. Herhangi bir markanın “Ben çevreciyim”, “Ben yeşili koruyorum” gibi temel vaatlerde bulunması kolay fakat bunu ne kadar gerçekleştirdiği önemli. Tüketici artık gerçekten verilen vaatlerin arkasının ne kadar dolu olduğunu sorguluyor.
Sürdürülebilir Bir Yaşam ve 17 Amaç
Sürdürülebilirlik dediğimiz zaman sadece iklim değişikliğinden bahsetmediğimizi, yeşil tercihler ile sınırlı olmadığını söyledik. Peki ya gerçekten sürdürülebilir bir yaşam ne anlam ifade ediyor? Bunun için en iyi açıklama Birleşmiş Milletler’in hedef olarak belirlediği 17 maddeden oluşan sürdürülebilirlik amaçları diyebiliriz.
Yaşamımızın sürdürülebilir olması için yaşadığımız koşulların her bakımdan devam ettirilebilir olması gerekiyor. Kendimizi ve belki bir sonraki gelecek nesli korumak sürdürülebilir bir yaşam için çok kısa kalıyor. Dünya geneline baktığımızda insanların yaşamlarını devam ettirebilmesine engel olan o kadar çok problem var ki değil bir sonraki nesli korumak kendilerini yaşatmaları bile zorlu bir mücadele şeklinde geçiyor. En temel gereksinimleri düşündüğümüzde yoksulluk ve açlık yaşamın sürmesinin önündeki en büyük engellerden.
Ülkemiz için ve dünya için bir dilek dileyecek olsak açlığın, yoksulluğun olmadığı; sağlıklı, eşit, mutlu bir yaşam dileriz birçoğumuz. Bunlar üzerine çok uzun süre düşünülen dilekler de değil üstelik. Söylerken bize basit veya sıradan gelen, belki de bilinçaltımıza işlemiş kelimeler hepsi. Fakat gerçekten hala bu saydıklarımızın eksikliğini yaşayan insanlar, toplumlar var. Ama bunlar öyle büyük sorunlar ki bu konuda iyi bir adım atsak da etkisini gözle görmemiz hemen mümkün olmuyor ya da attığımız adımlar tüm sorunu ortadan kaldırmamıza yetmiyor. BM’nin bu 17 amacına baktığımızda da bizim temel ihtiyaç olarak nitelendirdiğimiz şeylerin ayrı ayrı maddeler halinde olduğunu görüyoruz. Açlık ayrı, temiz su ayrı, sağlık ayrı… Bu da bize aslında bu problemlerin büyüklüğünü bir kez daha hatırlatıyor. Belki biz bu konuda attığımız adımların karşılığını göremiyoruz ama bulunduğumuz dünyada yaşama devam etmek istiyorsak başkalarına da bu yaşama imkanını vermemiz gerektiğini benimseyerek bu doğrultuda çabalamaya devam etmeliyiz.
Biz her geçen gün daha bilinçli, daha farkındalığı yüksek bireyler haline geliyoruz. Bizden sonraki nesillerin de böyle yetişmesini istiyoruz. Bunu yaparken yaşadığımız yerin sadece bizim bulunduğumuz ortam ile sınırlı kalmadığını; insanların sadece bizim etrafımızdakiler gibi olmadığının da farkında olmalıyız. İnsan odağında sürdürülebilirliğin anlamını gerçekten kavradığımız zaman sıra elbette çevreye, diğer canlılara geliyor. Bulunduğumuz şehirler, oturduğumuz binalar sürdürülebilir olmalı; iş ve ekonomik koşullarımız büyümeli; markalar ve kurumlar barışçıl, adil ve güçlü olmalı; iklim hareketleri dikkate alınmalı; sorumlu üretim ve tüketim olmalı…
Sürdürülebilir bir yaşam için önce insan yaşamının nasıl adil ve eşit bir biçimde sürdürülmesi gerektiğini zihinlerimize kazımalıyız. Sonrasında ortada gerçekten sürecek bir yaşam olsun ki yaşadığımız yeri de önemseyip koruyalım.